06 Mart 2007

Let there be light

Sıradan bir gündü. Tüm işlerimi halletmiş, acıkan karnımı doyurmak için bir ton balığı konservesi açmış yiyordum. Bir anda içimden tüm sevdiğim insanlara telefon açmak geldi. Ailemi, abimi aradım, tam kız arkadaşımı arayacakken o beni aradı, kutsal bir tesadüf olsa gerek deyip mutlu oldum. Herbiriyle uzun uzun, doyasıya konuştum. Tabağımda kalan son bir iki lokmayı da yedim, hava iyice karardığından ışığı yakmak için ayağa kalktım, prize dokundum ve...

Yerdeydim. İki büklüm kıvranmış uzanıyordum ve ölüp ölmediğimden emin değildim. Kalbim hızla atıyordu. İyi, henüz ölmemiştim. Aklıma küçükken de elektrik çarpmasına maruz kaldığım geldi hemen. Hiç iyi değildim. Uzanabilsem telefonla birilerine haber verecektim ama olmadı. Sonra bir anda mutlu oldum, sevdiğim herkesi aramış olmam bana huzur verdi, sanki bir çeşit istemsiz vedalaşma gibiydi sanki. Sonra bozuldum, keşke son yemeğim konserve ton balığı olmasaydı dedim, üzüldüm. Orada öylece güzlerim kapanıverdi.

Kendime geldiğimde üzerimde hala bir ürperme vardı. Şanslıydım sanırım, vadem henüz dolmamış. Ölümü pek düşünmem ama bu şekilde olacağını hiç tahmin etmemiştim. Odam gözüme daha bir güzel gözüktü, hayat daha bir güzel geldi. Ayağa kalkıp yarım kalan bir işi bitirmeye yöneldim.

Işığı açtım.

1 comments:

Erdinç korkmaz dedi ki...

bi' de bir film de vardı. adam intihar etmeden önce sevdiklerini aramıyor ama, aşırı sevgi gösterisinde filan bulunuyor, onlara pahalı hediyeler alıyor, nasıl olsa öleceğim diye. ama tabi film bu ya, adama hiç birşey olmuyor. ama sonra ne olmuştu bilmiyorum, heralde sonunda elektrikler kesiliyordu. ama kesin adam ölmüştür çünkü hediyeleri akrabalarının parasıyla alıyordu. bunlar aklıma geldi şimdi. yazmış bulundum. :)